Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

27 Aralık 2010 Pazartesi

SİYASÎ İSLÂMCILAR, MEHMET AKİF VE TÜRK OCAKLARI

Siyasî İslâmcılar sahip çıkar gibi görünmelerine rağmen aslında Akif’i pek beğenmezler. Onun bir İttihatçı, hattâ “derin devlet” diye aşağıladıkları “Teşkilât-ı Mahsusa”nın önemli bir elemanı ve Sultan II. Abdülhamit’i devirenlerden oluşu, gerici molla takımına karşı ve modernleşmeden yana tavır alışını, şiirinde geçen “Bedr’in arslanları ancak bu kadar şanlı idi” mısraını, İstiklâl Marşı’mızda “dağları yırtmak, taşmak”tan yani Ergenekon Destanından bahsedişini, Kur’an- Kerim’i neredeyse bin yıl sonra ilk defa Türkçeye tercüme edişini hep kafacıklarında not etmiş, bunları toplayıp Büyük Akif’i kendi aralarında neredeyse “kâfir” ilân etmek üzeredirler.
Bilindiği gibi, İmparatorluğumuzun yıkılmaya yüz tuttuğu 19. asır ortalarında durumun vahametini gören aydınların sarıldığı ideoloji, Osmanlı milliyetçiliği, kısaca Osmanlıcılık idi. Bu vatansever aydınların, bütün imparatorluklar gibi her açıdan tam anlamıyla bir mozaik olan devletimizi ayakta tutmak için benimseyebilecekleri başka bir ideoloji de söz konusu olamazdı.
Tipik Osmanlıcı, Vatan Şairi Namık Kemal idi. Onun ünlü Vatan -yahut- Silistre adlı tiyatro eserindeki çok tanınan marşın “Osmanlılarız; can veririz, nam alırız biz” nakaratı, “Osmanlı” adını verdiği bir milleti yaratmak hayalinin, yani Osmanlıcılığın, kendi ağzından en güzel ifadesidir. 93 Harbi felâketinden sonra bu büyük vatansever, yine çok ünlü Vaveylâ şiirini yazar ve bu şiirde “Kâbe’de siyahlara bürünüp bir kolunu ravza-i Nebi’ye, diğerini Kerbelâ’da Meşhed’e atmış, dimdik ayakta duran bir anne” olarak gördüğü vatandan bahseder. Artık Osmanlıcı değildir; Hıristiyan eyaletlerin bir bir ayrılıp millî devletlerini kurduklarını görmüş, bir Osmanlı milleti yaratmak hayali acı derslerle sona ermiştir. Kalanlar Müslüman toplumlardır. O da, bu toplumları, yani ümmeti kapsayacak bir Müslüman milleti (!) yaratmak idealine sarılır. Ümmetçilik veya İslâmcılık denilen siyasî akımın öncüsü olur. Ve 1888’de vefat eder.
1888’de 15 yaşında olan Mehmet Akif de, aynı ortamda, bir İslâmcı olarak yetişir. Sıfatlandırmak için ne söylesek az gelecek bu büyük vatansever, Türkçülerle çok çatışır. Onları bölücülükle suçlar, onlarla fikir kavgasına girişir. Dilinden düşürmediği “milletimiz” kelimesini hep Müslümanları kastederek kullanır. Asıl kavgasını bir başka büyük şairle yapar: Tevfik Fikret…
Tevfik Fikret, Batıcılık adı verilen akımın sembol ismidir. Ona göre “vatan bütün yer yüzü, millet bütün insanlardır; din ise medeniyet dinidir”. Medeniyete gönderdiği biricik evlâdı Halûk’tan bir daha haber alamayışıyla yıkılır zavallı Fikret. “Tek dişi kalmış canavar” Çanakkale’ye saldırınca. Yakup Kadri’ye “İnşallah İstanbul’a da gelir, bizi de kurtarırlar” der. Halûk’un macerası ise başlı başına bir derstir. Fikret gerçeği öğrenemeden ölmüştür. Gerçek ise, dinsiz olunamayacağıdır; Halûk 50 yıl sonra ortaya çıkar, Papaz olmuştur medeniyette. (1)
Bu arada Türk Ocaklarının mimarlarından iki Türkçü, milliyetçiliğin ne olduğunu çoktan ilân etmişlerdir: Mehmet Emin Yurdakul “Ben bir Türk’üm; dinim, cinsim uludur” derken, Ziya Gökalp yapılması gerekenin Türkleşmek, İslâmlaşmak, Çağdaşlaşmak olduğunu söylemekte, Türkçülüğün Esasları’nı “Türk milletindenim, İslâm ümmetindenim, Batı medeniyetindenim” şeklinde özetlemektedir.
Din adamı, âlim, müfessir, aynı zamanda Akif’in en yakın arkadaşı, Siyasî İslâmcı Hasan Basri Çantay, “Akifname” adlı eserinde anlatıyor, özetliyoruz: “Yıl 1919. Yunanlılar İzmir’e çıkmış, Anadolu içlerine ilerliyorlar. Çantay, Akif ve bir grup İslâmcı toplanmış, memleketin hâlini görüşmektedirler. Topluluğa bir Ege kasabasından gelen arkadaşları katılıyor. Hal-hatırdan sonra yana yakıla, Yunan askerlerinin, bilhassa yerli Rumların yaptıkları vahşeti anlatıyor. Akif dolmuştur, şişmiştir; birden patlıyor: “ORADA BİR TÜRK OCAĞI AÇIN !..” … Derin bir sessizlik… Aralarından biri, gittikçe kısılan bir sesle soruyor: “Sen de mi Hocam?..” Sözünü bitiremeden büyük Akif gürlüyor: “EVET !.. BEN DE !..”
Kader, bir vatanseveri daha Türk Milliyetçisi yapmıştır; daha fazla ve çok geç kalmadan. Artık Kuvayı Milliyeci Akif vardır. Türk milletinin Millî Marşını ona yazdırır, Atatürk ve Türkiye Büyük Millet Meclisi. Birkaç yıl önce, Gökalp’ın Ergenekon Destanı ile alay etmese de onu küçümsemişken, İstiklâl Marşına “Dağları yırtmayı, enginlere sığamayıp taşmayı” koyar; kahraman ırkından bahseder. Ve ölümüne birkaç yıl kala, kendine Er Soy soyadını seçer.
Bütün bu gerçekler anlatılınca, Akif’in Türkçülüğe ve Türk Ocaklarına bakışı ortaya çıkmıyor mu? Ama bildirimize takılan günümüz Siyasî İslâmcısına anlatınca ne der (ve dedi) biliyor musunuz? “İyi ama rahmetli zaten çok içerdi!”. Sahi… Akif çok içer miydi, ne dersiniz?
(Türk Ocakları Beykoz Şubesi)

1 yorum:

  1. çok güzel bir yazı. paylaştığın için çok teşekkür ederim. Âkif'i çok severim fakat bilmediğim ne çok yönü varmış. özellikle soyadını hiç düşünmemiştim.. Hasan Basrî'den öğrensinler içer miymiş, içmez miymiş...

    YanıtlaSil