Toplam Sayfa Görüntüleme Sayısı

27 Aralık 2010 Pazartesi

Şehidimiz Ercüment Yahnici'nin Annesi Halide Hanım'la Yapılan Şubat 2002 Tarihli Röportaj


AYZIT: O Kargaşalı günleri biz değil ama siz yoğun bir şekilde yaşadınız.  O günler hakkında  birinci ağız olarak bizlere neler söyleyebilirsiniz,
YASEMİN YAHNİCİ: Çok sıkıntılı günlerdi.  Babam ihtilal yapmıştı. Daha sonra sürgüne gönderildik. Döndüğümüzde insanlar hem maddi ve hem de manevi olarak çökmüş durumdaydı. Babam ve rahmetli Başbuğ parti kurmak için gece gündüz uğraşıyorlardı. Kurulan partinin ilkeleri insanın -özellikle Türk insanının- fıtratına uygun olduğu için akın akın katılımlar başlamıştı. Katılanların çoğunluğunu gençler oluşturuyordu. Bu olayların olduğu sıralarda ben daha orta okula gidiyordum. Babam elime bildiri verir dağıttırırdı. “Tek  kızın var onu tehlikeye atma” diyenlere; “Ben kendi kızıma yaptıramadığım şeyleri başkalarına hiç yaptıramam” derdi.  Sıkı bir eğitim vardı. Okulla parti arasında koşuştururduk. Sürekli seminerler verilirdi.
Seminerlerin konusu, “Adab-ı  muaşeret” ten  “Ülkücü Kimdir?” e kadar her şeyi kapsardı. Seminerlerin sonunda sınava tabi tutulurduk  Bu kutsal hareketin hızla yayılması sindirilemedi ve olaylar başladı. İki günde bir onlardan birileri öldürülürdü. Üniversitedeki tüm profesörler yürüyüşe  geçerdi.  Arkadaşlardan bir ikisini göz altına alırlardı , ne serbest bırakırlar ne de yargılarlardı. Önümüze barikatlar kurar bizleri derslere  hatta sınavlara dahi sokmazlardı. Daha sonra katillerin onlardan olduğu anlaşılır arkadaşları serbest bırakırlardı,
 Bizim arkadaşlıklarımız da farklıydı. Hangimizin aşı, parası var, paylaşırdık. Aramızda kız ya da erkek diye ayrım olmazdı gece yarılarına kadar beraber oturur çözüm yolları bulmaya çalışırdık. Ama ertesi gün ayrıldıktan sonra arkadaşlarımızın bazılarının vurulduğunu, bazılarının tutuklandığını öğrenirdik. Şevketle evlendik ; aynı kaldırımda yürüyemiyorduk.  Çocuğumla ben bir kaldırımdan yürürdük; Şevket diğer kaldırımdan gelirdi.

Herşeyi rağmen Ercüment ve arkadaşları canlarını severek verdiler. Kimse kavgaya gitmemişti hep pusuya  düşürüldük, arkamızdan vurulduk. Tek isteğimiz  “Müreffeh bir Türkiye” idi, “Ezan susmasın Bayrak düşmesin” idi,

HALİDE YAHNİCİ: Evimiz Başkente yakındı ( Rahmetlinin Başkent dediği Başkent İktisadi ve Ticari İlimler Yüksek Okulu idi Cebeci Stadının hemen yanında yer alırdı), Üniversite ile arasında üç sokak vardı. Kaçan arkadaşları bize sığınırdı. Çok ıstırap çektik. O gelinceye kadar babasıyla beklerdik. Bir şeyler olacak diye çoraplarımla elbiselerimle yatardım.  O gelmeden  uyumazdım, uyuyamazdım.  Mehmet diye bir arkadaşı vardı. Öldürdüler.  Çocuklara yapmadıkları eziyet  kalmadı. Bir kız vardı, Menekşe. Kızcağız dar etekle  koşamamış da , eteğini  çıkarıp çorapla  kaçmış. Evimiz devamlı kurşunlanırdı. Hatta birkeresinde  polisler  evin karşısına  karpuz sergisi  açmışlardı.

Oğlumun her görüşten arkadaşları vardı. Birgün  solcu arkadaşları Cebeciye gidelim demiş. O zamanlar orası komünist kaynıyor. Bir ülkücünün oralarda  gezmek ne haddine  (!) Ama “Bizim yanımızda bir şey olmaz” demişler , demişler de aralarında Ercüment’i görünce  hep beraber güzel  bir sopa yemişler. Ercüment’in yanında yüklü bir miktar emanet para varmış, onu da almışlar. Oğlum arkadaşlarına sadece “Neyse siz de komünist dayağı yediniz ya!” demiş.
Her sabah kapıyı örter giderdi. O sabah  -neden bilmiyorum- kapıyı örtmemişti, Aradan birkaç dakika geçti  geçmedi sesler geldi, içime ateş düştü. Üçüncü kattan nasıl indiğimi bilmiyorum. Atladım mı uçtum mu farkında değilim. Kendimi arabanın başında buldum . Evladımı pusuya düşürmüşler.

O günden sonra  herşey bana acı verdi. Onun oturduğu  yerler,  köşeler, hatta güzel hatıralar bile. Odamı  gördün. Hertarafta onun hatırası var . Başka  hiçbir yerde  kalamıyorum, uyuyamıyorum. Başka bir yerde kaldığım zaman onun hatıraları öksüz kalacakmış gibi geliyor. Hayat acıya dönüştü. Eğer  bugün  ayaktaysam oğlumun, gelinimin ve  torunlarımın sayesindedir.
AYZIT; Ercüment beyin vefatından sonra gerek arkadaşları gerekse diğer insanlar tarafından ilgi alâka gördünüz mü? Vefasızlıktan şikâyet ettiğiniz oldu mu?

HALİDE YAHNİCİ: Allah razı olsun.  Siz ve sizin gibiler yalnız bırakmıyor. Arkadaşları da arkadaşlıkları da çok sıkıymış. Kaçtanesi doğan çocuklarına adını koydular.

YASEMİN YAHNİCİ:  İlgisizlikten ziyade mutsuzluk. Diğer şehit ailelerinde de   aynı şeyin olduğunu zannediyorum.  İnsanlar tüm umutlarını evlerinin direği olarak nitelendirdiği çocuklarına bağlıyorlar ve onları kaybedince kabul edersiniz ki yerlerini doldurmak kolay olmuyor. Yine de hüznümüzün yanında sevinç de yaşamıyor değiliz. Hiç tahmin edemeyeceğiniz yerlerde hastahanede devlet dairelerinde ya da tatil  merkezlerinde soyadımızı öğrenince hemen Ercüment’le akrabalığımız olup olmadığını, tanıyıp tanımadığımı soruyorlar.

AYZIT; Ercüment Beyin nasıl bir insan olduğu hakkında bize bilgi verebilir misiniz?
HALİDE YAHNİCİ:  Kimseleri incitmek istemezdi. Arkadaşlarıyla arası hep iyi olurdu. Bizim ülkücü olmayan akrabalarımız da vardı. Onları da ziyaret ederdi. Gönüllerini alırdı .Tam bir ülkücüydü. Çeliğe sarılmış ipek gibiydi. Okurdu, Çalışırdı. Hiç yorulmazdı.

YASEMİN YAHNİCİ: Beni çok severdi, çok iyi anlaşırdık. Bana “İyi ki kız kardeşim yok sen varsın” derdi.  Hamileyken Sağlık Bakanlığında çalışıyordum. Arabayla gelir beni alırdı. Tabi araba kurşunlanır. O benim başımı eğdirirdi. Herşeyden önce çok iyi  bir amcaydı.  Oğlum Dündar’ı çok severdi.  Biz ona toplu olduğu için takılırdık. O da Dündar’ı   – O Zaman Dündar 11 aylıktı-  kendisinin hep gittiği, Abdurrahman Tatlıcı’ya götüreceğini,  şişmanlatacağını söylerdi. “Ben bunu şımartıcam” derdi. Bir keresinde  evde muz kalmadığı için gecenin 12 sinde manav açtırmıştı. Daha o  zamanlar  
Dündar’ı alır  partiye götürürdü.  Hatırlaması çok güç  ama Dündar, amcasının onu havaya atıp tuttuğunu hatırladığını söyler. Yanıma sık sık gelip giderdi.   Kavaklıdere’de oturduğumuzdan oralar onun için çok tehlikeliydi. Ufacık şeylerden memnun olurdu.
Bizden küçüktü ama ona Ercüment Baba derdik. Gözlerine  baktıkça  huzur bulurdum.
AYZIT: ”Yahnici” ailesini  tanıyoruz. Ülkücülük aileye nereden geliyor.
HALİDE YAHNİCİ:  O zamanlar tam olarak bilinmediği için ailemizde ülkücü  yoktu. Ama bizler vatanını seven insanlarız. Mesela dedemiz Çanakkale şehitlerindendir. Çocuklarımızı ninni yerine  destanlarla büyütürüz. Ercüment daha ilkokuldayken Ulus”ta bağıra bağıra  “Altaylardan selâm sana” diye marş söyleyen bir çocuktu. Büyüyünce de abisinin ardından ülkücü harekete benim de teşvikimle girdi.

YASEMİN YAHNİCİ:  Şevket,  hocası Necdet Sançar’ın teşvikiyle  ocaklara gitmeye başlıyor, ardından Ercüment daha 9 yaşındayken abisinin peşinden ocaklara girip çıkmaya  başlıyor. Hani dediğimiz gibi “bu tadı almaya başlayan bir daha bırakmıyor”.
Devlet Beyin öğrencisiydi. Çok güzel bir grupları vardı ve birbirlerini çok severlerdi. Onu  kendisine her zaman örnek almıştı. Belki de bu yüzden çok kibardı.
AYZIT : Sizce  Ercüment bey halen yaşıyor olsaydı neler yapardı?
YASEMİN YAHNİCİ:  Yine ülkesi ve  ülküsü  için çalışacağından eminim. Hele partimizin iktidarda olduğunu bilse muhakkak ki önceden olduğu gibi o heybetli cüssesiyle  partinin kapısından ayrılmazdı. Liderlik vasıflarını taşıdığı için yine etrafına insanları toplar gece gündüz durmadan Türkiye için çalışırdı. Etrafındaki insanları her kesimden seçer ama hepsiyle de çok iyi  anlaşırdı. Herkesi ikna edecek bir yol bulur, hiç kimseyi üzmezdi. Hata  yaptırmazdı ,yapılan hataların da üzerinde durmaz eksikleri kendisi tamamlardı.

HALİDE  YAHNİCİ:  4 yaşında  kapıya gelen dilenciye bile  iyi davranıp kendisinden ayrı tutmayan “anne fukarama yumuşak ekmek,yumuşak yemek ver, dolma ver” diyen  bir çocuk ülkesi ve insanları için neler yapmazdı. Zaten evladıma yapacaklarını bildikleri için kıydılar.
AYZIT:  Bizler  genç olmamıza  ve ümidin ülkümüzdeki  yerini bilmemize rağmen zaman zaman ümitsizliğe düştüğümüz oluyor. Sizlerin de bizlerle aynı duyguları taşıdığınız anlar oldu mu?
YASEMİN YAHNİCİ:  Kesinlikle  hayır. Biz sizlerden çok daha kötü  günler gördük. İhtilalden sonra sürüldüğümüzde çok küçüktüm. Evden ne zaman ayrılsak geldiğimizde evin alt üst  edilip arandığını görürdük. Mektuplarımız çizilir iade edilirdi. İyi insan konumundan bir gün sonra kötü insan konumuna  düştük. Her  şekilde  hayat standartlarımız düştü. Hatta bir keresinde bizim ev yerine yanlışlıkla hakim bir komşumuz vardı onların evine  bombalı  pankart asılmıştı da  adam korkudan evini  taşımıştı. Kendimizden çok memleketimizin en az 20 sene  geriye gitmesine üzüldük. Her gün ülküdaşlarımızdan birkaç tanesinin  pusuya  düşürüldüğünü  ya da işkencelere maruz kaldığını öğrenmek hiç de kolay değildi.  Ama biz asla ümitsizliği düşmedik. Belki de “Kızıl Elma”ya inancımızdandır.
AYZIT: Ercüment Beyle ilgili unutamadığınız bir anınız var mı ?
HALİDE YAHNİCİ; Vefatından bir sene sonraydı. Genç bir çift gelip babasına bir miktar  para veriyorlar. Babası “Bu ne?” diye sorunca “Bizim alyansımızı Ercüment Baba almıştı. Biz de  şimdi bu  parayı size iade etmek istedik” diyorlar. Babası da “Bu oğlumun size hediyesiymiş öyle kalsın” diyor. Zaten çok çalışırdı. Ama bir çoğu arkadaşları içindi. Bu falanın yurt parası bu filanın yol  parası diye  hesap  yapardı. Bir keresinde de  Dündar  l yaş 3 aylıktı; kafasını şöminenin  kenarına  çarpmıştı. Ben de ayağıma alıp uyuttum. Uyandığında “Babaanne amcam gelip öptü benim ufum iyi oldu” dedi.

Yahnici ailesine teşekkürlerimizle.(Halide Hanımı Kasım ayında uğurladık. Mekanı Cennet olsun. Ayzıt ise Sahibinin Atilla KAYA, Yazı İşleri Müdürünün Alişan SATILMIŞ olduğu bir eski dergi.

1 yorum:

  1. Beni anneme söylemeyin…
    Toprak altı dünyaların neferiyim.
    Ninniler söylermiş üzerlik tütsüsünde.
    Durup durup ağlarmış…
    Ağlatırmış gece kuşlarını.
    Söyleyin…
    Her gece çağırmasın adımı,
    ***
    Peygamber öğüdünden,
    Şifalar sürdüm mükedder gözlere.
    Işıl ışıl yanacak,
    Zambak biad edecek yasaklı dillere
    Üçler, Kırklar, Yediler şahidimdir
    Uluşan heykellerin yüzüne,
    Nurani perdeler çekmekteyim,
    Gece gündüz yürümekteyim.
    Aynada gördüm yüzümü…
    Azmin yumruğu, alnımda parladıkça,
    Sırçadan duvarları sarmalar gibiyim.
    ***
    Anneme söylemeyin…
    “La ilahe”de açılan kapıların,
    “illallah” eşiğinden dönen öz kardeşimmiş.
    O daha çok küçük…
    Ona her şeyi anlatın.
    Dibi görünse de bütün kuyular derindir,
    Bedeli ödense de bütün doğrular çetindir.
    Bilseydi kadrini yırtılmış destanların,
    Yeniden yazmaya doğrulmaz mıydı?
    Bilmiyor, yarasaların gece görebildiğini,
    Bilmiyor, kelebeğin makus kaderini.
    ***
    Yârime selam söyleyin…
    Bir tevhid,
    Bir şehadet,
    Bir vuslat söyleyin.
    Yar dizlerini dövende,
    Ben gözünden dökülmekteyim…
    İncitmeden söyleyin kınalı ellerine,
    Sarhoş narasına karışmasın Rabbiyesirli dualar.
    Zor gelir, onursuz bir avdet,
    Ar gelir, aşk elinden mihnet.
    Beni beklemesin…
    Bekleyip de gülüşünü küstürmesin.
    ***
    Biraz sükûn,
    Biraz tefekkürle,
    Afakı hapsettim işaret parmağıma.
    Gönlünü yıldızlara bağlamasın,
    Yüzünü güneşe kapatmasın diye,
    Yusuf dillilere, Yunus sözü verdim yüreğimden.
    Lakin…
    Kabil’in maşasında zelil olmuş zaman;
    Zaman ne kadar da zavallı,
    Ne kadar müzdarip kulaçlarımdan
    Şimdi,
    Örtün üstümü,
    Açın gökyüzünü…
    Nefes alacağım toprağımdan.
    ***
    Biter mi bu asırlık istiğrak?
    Bitmez…
    Ey meyus gözlerde oynaşan ziya!
    Beni bana anlatsan, ömrün yetmez.
    Ben, hakikatte biledim paslı dişleri,
    Ayaklarımda bin bir türlü açmaz…
    Yolun başında defnettim nedameti,
    Her doğruyu, her kalem yazamaz
    ***
    Etten siperler kazdım tırnaklarımla,
    Hem yaraladım hem yara aldım.
    Şövalyeler diz çöktü akan kanıma,
    Kudüslüler düş gördü omuzlarımda.
    Bir kerecik dinleyin beni!
    Köhnemiş zihinlere çizeceğim gerçeği.
    Herkes ezberlesin!
    Herkes benden bilsin başına gelmişleri.
    ***
    Her damla gözyaşında,
    Minareden duydum adımı.
    Ey Mezar Taşım!
    Başımı beklemekten yorulmadın mı?
    Mehmed’i kabrime getirin,
    Paskalya kadehinden silsin dudağını.
    Kim olduğunu bellesin.
    Beklesin diyorum ya iki de bir
    Beklesin!
    Beklesin şakağındaki akları…
    Lakin
    Söyleyin bana,
    Yalnız ölüler midir şefaat dileyen?
    Yalnız insiler midir ölümü bekleyen?
    ***
    Beni babamdan dinleyin,
    Fenafil adaklı güllere yüklemiş beni.
    Bu yüzden solmadı rengim.
    Uyumazmış,
    Yorulmazmış,
    Hayıflanmazmış…
    Bana babam öğretti,
    Garbın eteğinde can bulan canavar,
    Şarkın sinesinde kalbedermiş laleye
    Zindana kapatılan milletler,
    Eman dilermiş ölülerden,
    Can kulağıyla dinliyorum emanları…
    Güneş,doğduğu yerden batınca,
    Arzın hengâmesi arşa karılınca,
    Sancak serinliğini getireceğim dirilere.
    İşte o zaman,
    Yavrusunu boğacak doğurgan kavgalar.
    İsyanlar itaate teslim olacak.
    Babama söyleyin,
    Tek bacağımı,
    Tek bildiğime bırakıp geleceğim.
    Koşa koşa geleceğim.
    Babam öğretti on sekizimde,
    Ol deyince olduran,
    Öl deyince öldüren için,
    Bir ölüp bin dirileceğim.
    ***
    Eyvahlar olsun!
    Saltanat uğrunda diz boyu maskaralık.
    Nedendir her yüzde karanlık?
    Bir elim melali boğar,
    Bir elim aydınlık.
    ***
    Söyleyin milletime,
    Ölerek yaşattığım renklere,
    Dile gelip haykıracaktır taşlar:
    Ya Asr-ı Saadet’te meczuben eğilir,
    Ya asr-ı zulmün çarkında ezilir başlar.

    ÜLKÜ GÜVEN

    YanıtlaSil